1 Kasım 2012 Perşembe

M.U.C.İ.Z.E.

     Hazan mevsiminin ortalarıydı. Her ne kadar belirtiler daha mevsimin yeni başladığını iddia etse de her gün dökülen takvim yaprakları aylardan ekim ayını göstermekteydi. Belki de sımsıcak geçen yazın işgüzarlığı olsa gerek hazanın bu gecikişi. Ağaçların yeni yeni sararması... Çoğu ağaç baya sararmış sayılırdı aslında ama yine de aralarda kalan yeşil yapraklar adeta özenle serpiştirilmiş gibiydi. Kim bilir belki de o sıcak yaz günlerin de yangınlarda yitip giden arkadaşlarının anısına inatla sararmayacaklardı. Daima yeşil...                                                  
     Hava serin sayılırdı. Kimi zaman hafiften eserdi, kimi zamanda "Hey millet, hazan mevsimi geldi." dercesine sertleşirdi. Çarpardı yüzüne yüzüne insanın sabahları dışarı ilk adımınızı attığınızda.
                                                                          ***

     O da omuzlarına siyah şalını almış, her zamanki yerinde oturmuş o tabloyu izliyordu. Daldıkça derinlere dalıyordu baktıkça ahşap çerçeveye hapsedilmiş tabloya. Hafif puslu bir hava vardı sanki o tabloda. O pusun arkasında minik bir  ada.Hani koşsak varacakmışız gibi. Ama pus bulutları tabloda o adayı saklamışlardı. Deniz vardı tabloda. Uçsuzmuş gibi. Dalgalarda gelişigüzel serpiştirilmişti denize ve tabloya. Ama kimi yerlerde hırçındı sanki deniz...Yoksa neden tablonun sol alt köşesinde ters dönmüş o virane kayığa o kadar köpürtederek çarptırıyordu ki dalgalarını.
   
     Gökyüzü renginde masmavi bir kayıkmış bu hale gelmeden...Kimi kısımlarda kalan boya parçaları bunu gösteriyordu. Ama yine de büyük kısmında hasarlar vardı. Boyaları dökülmüştü. Adeta karaya vurmuş muhtaç bir balık gibiydi.  O da karaya vurmuştu. Denize muhtaçtı. Denize hasretti. Ama dönmek için de çok geçti.
     
     Ani bir gökgürültüsü bu derin dalış ve karmaşık düşüncelerden sıyırmıştı onu. Hafifçe şalını düzeltti ve ayağa kalktı. Cama yaklaştı. Ahşap çerçeveli cama. O güzel tabloya. Evet bu güzel manzaraydı o tablo. O dört ahşap çerçeve arasına sığınmış deniz manzarasıydı o tablo. Bu tabloda her gün değişen bulutların yeri, gökyüzünün rengi ve dalgalardı.

     Ama hiç bir zaman o tabloda kendine yer vermeye cesaret edemedi. Adım atamadı o tablonun sahiline. Ocak ayının sonu gibi gelmişti bu eve. Bu tablo kışı da, yazı da, baharı da, hazanı da yaşamıştı. Ama nedense birşeyler engel olmuştu onun bu tabloda yer almasına.

     Sanki bugün engelleyen birşey yoktu. Şalını sarmaladı iyice ve kollarını kalbinden güç alırcasına kalbinin üstünde kavuşturdu. Birkaç adım kalmıştı tabloya girmesine. Ve son adımlar vardı o kayığa varmasına. Ve işte oradaydı. Kayık tam önünde durmaktaydı. Dikkatle incelemeye koyuldu kayığı. Ancak; kayığın üzerinde siyah boyayla yazılmış ters duran harf dizisini fark etmesi için çok da incelemesine gerek kalmadı..  Kimi yerler silinse de ters duran bu kelimeyi hemen anladı. "MUCİZE" ydi oradaki kelime. Bir anda derin bir nefes almaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Ayağa kalktı hafifçe. Denize doğru minik bir adım aldı. Bir süre durdu...Denizi seyretti... Denizden gelen esintiyle beraber derin bir nefes aldı ve kayığın başına tekrar geldi. Tekrar baktı o kelimeye. Demin fark etmediği bir şeyi daha fark etti. O sadece bir kelime değildi. Çünkü; "M.U.C.İ.Z.E." yazıyordu.  İşte şimdi tüm kafası allak pullak olmuştu.  Kayığın çevresinde dolanmaya başladı  birşeyler bulurum ümidiyle. Ama herhangi birşey görünmüyordu. Daha fazla kayığın başında durmanın bir anlamı olmadığını düşündü ve kayığa sırtını dönüp uzaklaşmaya başladı. İsteksizdi attığı adımlar ama yine de kayıktan uzaklaşıyordu usulca. Ve tam bu anda sert bir dalga daha çarptı kayığa. Sanki ona geri dön diyordu.  " Dön, dön bir daha bak." diyordu içindeki bir ses de. Ve bir anda döndü. Dönmesiyle beraber kayığın kuma gömülmüş kısmında siyah bir karartı çarptı gözüne. Karartıya doğru yaklaştı. Bu da neydi. Yaklaştı, eğildi, karartının üzerindeki ıslak kumları temizledi. Ve kendine doğru çekti. Şu an için tarifsiz bir nesneydi ama temizledikçe onun siyah, ahşap bir kutu olduğunu anladı. Elinde tutarken bir yandan düşüncelere daldı, bir yandan da kumları temizledi. Kısa süre sonra elinde kutuyla eve döndü. Masanın üzerine koyduğu kutuyu açmaya yeltendi. Ellerinin titremesinden mi yoksa kutunun kilidinin pasından mı kutu ısrarla açılmıyordu. Kısa bir uğraş ve inatlaşmadan sonra açıldı. İçinden uçları eskimeye yüz tutmuş kara kaplı bir defter çıktı. 
     Defteri eline aldı ve üzerindeki tozu eliyle temizledikten sonra derin nefes alarak açtı defteri. Açar açmaz bunu bir günlük olduğunu anlamıştı. Sayfaları çevirdikçe günlüğün ne kadar eski olduğunu hissetti.

     Ve artık gününün birçok saatini günlüğü okuyarak geçiriyordu. Sonlarına yaklaşmak üzereydi. Ancak; son sayfalara geldiği gün günlüğü masanın üzerine bırakıp sahildeki kayığın yanına gitti. Kayığın başında dururken kendi kendine mırıldandı: 
" Kim bilir ne umutlar ne hayaller taşıdın sen. Ama bir fırtınanın hırçın dalgalarında alabora oldun, kıyıya vurdun. Ve onunda hayalleri seninle beraber alt üst oldu. Sen kıyıya vurdun onun da hayatı." Hüzün dolu bakışlarla ayrıldı kıyıdan, kayıktan... Eve döndü.

     Son sayfasını okumak üzereydi günlüğün şimdi. O kadar pür dikkat okuyordu ki yağmur damlalarının camları döverken çıkardığı ses bile dikkatini dağıtmamıştı. İşte son satırlar, son cümleler... Bir kelimeyi tekrarlıyordu kendi kendine. Hemen kağıt kalem buldu, birşeyler karaladı. Tek bir kelimeydi sanki yazdığı. Hayır, hayır o harf dizisiydi bu.
"M.U.C.İ.Z.E."

     Hemen cama doğru yürüdü. Kayığa dikkatlice bakı. O kayığın adıydı... M.U.C.İ.Z.E. Neydi bu kelimenin sırrı. Tekrar döndü günlüğe. Bir kez,  bir kez daha göz attı. Bu sefer fark etmediği dipnotu görmüştü. 
"M.U.C.İ.Z.E." diye başlıyordu...

Mutluluk
Umut
Cesaret
İnanç
Za...
E....

     O da neydi. Son iki satırda kocaman bir mürekkep lekesi satırların üzerini kaplamıştı.
Tekrar gitti cama. O muhteşem tabloya bakarak yüksek sesle tekrarladı... "Mutluluk. Umut. Cesaret. İnanç. Za.... E..... ya sonra." dedi ve uzun süre seyretti tabloyu. Sonu gelmeyen düşünceler, tamamlanmamış cümleler eşliğinde...

     Peki ya sizin sonranız ne? Siz "M.U.C.İ.Z.E." yi bştan yaratsanız sizinki ne olurdu?



Fatma PAŞA
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...